Bir Niyettir KAHVE
Bir masalın içinde yaşayan birer tohum değil miyiz bu alemde? 'Bir Varmış Bir Yokmuşçasına' bir düşün peşinde... O tohumla uyanmıyor mu insan hayata? İşte o zaman içinden geçtiğimiz masal tüneline çok da gerçekmişçesine anlamlar yükleyip, o anlamın sırrına kavuşmak uğruna ömrümüzü tüketmiyor muyuz ?
Tükenen insan olmadıkça, o fincan telvesine doymadıkça, ömür bir asra uzasın, insan yeter ki insanlığından ödün vermesin... O yaşamı bir masalcasına dilden dile, nesilden nesile aktarabilsin... O zaman masal masal olmanın, insan da insan olmanın tadına vardığında fincan fincanlığından, telve kahvesinden bir sebeple tutunur o hayata.
Biz sözü uzatmadan yeni yazarımıza hoş geldin diyoruz...
Malum masalcıya isim olmaz, öyle değil mi? Adı üstünde adsız kahramandır onlar.. Şimdi kalem sosyal medyada @_timeforcoffee adıyla severek takip ettiğimiz, kahve tutkunu masalcımızda.
Kahve Gazetesi...
Gün henüz ağarmamıştı. Yerden yüzlerce metre yüksekte, rüzgârın ıslık çalarak usulca yüzüme dokunuşunu hissettim. Kocaman, uçan bir balonun içerisinde tek başıma süzülüyordum. Tüm ağırlığımı yeryüzüne bırakmıştım.
Yıldızlar öylesine yakındı ki, istesem onlara dokunabilir, yerlerini değiştirebilir ve istediğim şekli yapabilirdim.
Ayaklarımın altındaki yoğun bulut kümesi sanki beni daha da yükseklere taşırmışçasına o kadar aklımı başımdan almıştı ki nerede olduğumu anlayamadım. Aidiyetsiziliğin ortasında sonsuz bir okyanus, kurak bir çöl ya da vahşi bir ormanda mıyım diye düşünürken kalabalık bir şehrin üzerinde uçtuğumu hiçbir zaman bilmedim.
Bu yolculuğa nasıl başladığım, ne kadar süredir uçtuğum ise ayrı bir gizemdi. Tüm bunların aklımı başımdan alan bir rüya olup olmadığını düşünürken elimde her gittiğim yere sürekli yanımda götürdüğüm siyah kahve termosum yerine, çok sevdiğim ama sadece evimde kullandığım, bej renkli kahve kupamı tuttuğumu fark ettim.
En büyük keyfim çeşitli yörelerin kahve çekirdeklerini deneyimlemektir. Etiyopya’nın çiçeksi ve meyvemsi, Honduras’ın karamelimsi ve yumuşak, Kenya’nın keskin ve şarabımsı aromalarını tadabilmek için; sabahları daha güneş doğmadan sevdiğim müzikler eşliğinde adeta bir ritüel yaparım. O gün nedense bu ritüeli hatırlayamadım ve muhtemelen yapmamıştım. Ama demlediğim kahvenin Guatemala’ya ait olduğundan emindim çünkü kahve paketinin üzerindeki quetzal (Guatemala’nın simgesi) kuşunu nerede olsa tanırdım. İçtiğim kahve tütsülenmiş ve baharatlı bir tada sahipti ve gökyüzünün derinliklerinde kaybolmuşum hissiyatını daha da artırmıştı.
Kahve insanın ayaklarını yerden kesiyor olabilir mi???
Bu hislerle beraber rüzgâr yüzüme soğuk esintisiyle vurmaya başladı. Sendeler gibi oldum. Hiç hoşuma gitmemişti bu duygu. Aniden gökyüzü grileşti. Yıldızlar kayboldu. Heybetli Ağrı Dağı’nın tepesinde 365 gün eksik olmayan buzullar gibi tüm kara bulutlar balonumun üstünde birleşti.
Ağrı Dağı aklıma geldiğinde hep üşüdüğümden midir bilmiyorum ama birden içim ürperdi. Belki biraz içimi ısıtırım düşüncesiyle bir yudum daha aldım kahvemden. Belki de kahvemin arkasına saklanıyor, ona sığınıyordum bu duygularımı aşmak için. Aksine bu yudum da acımsı bir tat bıraktı damağımda. Hatta kahve telvelerini bile hissettim. Oysa filtreden geçirerek, damla damla demlemiştim kahvemi. İstemsizce bir yudum daha aldım. Tadı bu sefer tamamen değişikti. Kesinlikle robusta çekirdeklerinden yapılmış keskin bir espressoydu bu. İşte tam o esnada gök gürledi, şimşek çaktı, fırtına koptu. Şiddetli yağmurun altında balonumla beraber savruldum durdum.
Balonumun içinde düşmüştüm. Ayağa kalkmaya, toparlanmaya çalıştım. Kendi başıma yapabilir miydim bunu bilmiyordum ama denedim. İlkinde olmadı, ısrarla tekrar denedim. Balonun sepetinin kenarlarından sıkıca tuttum, dik durmaya çalıştım bu şiddetli fırtınada. İlk o zaman anlamıştım; tüm bunların kahvemi içerken hissettiğim duygularla bağlantılı olduğunu.
Kahvemi hangi duygularla içiyorsam, o derecede şiddetli bir karşılık buluyordum. Yani ne yansıtıyorsam onu alıyordum doğadan.
Fırtına artık benliğimde hâkimiyet kurmuştu. Duygularımı değiştirmem, esaretinden çıkmam gerekiyordu. Çünkü fırtınayı nasıl yaşadıysam, güneşi görmek de benim elimdeydi.Bu sefer kahvemden bir yudum daha almadan önce odaklandım; heyecanlı, mutlu, özgür, âşık olduğum günleri hayal ettim. Kendimi öyle kaptırdım ki hayallere; istemsizce, ama çok derinden gülümsemeye başladım. Sonsuz bir zenginlik içerisindeydim adeta. Kahvemin geri kalanını tek seferde bitirdim. Saniyeler geçmeden bulutlar hızla kaybolmaya başladı. Sanki evren benim için harekete geçmişti. Tüm gücüyle beni ve balonumu bu durumdan çıkarmak için uğraşıyordu.
Sonrasında, gökyüzünde uçsuz bucaksız bir gökkuşağı belirdi. Öylesine iç içeydim ki onunla, kalbim heyecandan fırlayacak gibi oldu. Bu eşsiz manzarayı hayranlıkla izledim. İçimde gökkuşağının tüm renklerini en kuvvetli, en parlak halleriyle hissettim. Bu harikulade ışık şöleninden, bu histen hiç çıkmak istemedim.
Bugün soruyorum kendime. O gün uykuda mıydım? Uyanık mı? Yaşadıklarım rüya mıydı? Yoksa gerçek mi? Cevabı hâlâ bilmiyorum ama duygularımdan fazlasıyla eminim. Belki bir balonda değildim fakat bir şekilde ilerliyordum hayatta. Belki fırtına hiç çıkmamış, gökkuşağı da hiç göstermemişti ihtişamını. Hatta belki yalnız başıma değil, büyük bir kalabalığın tam ortasındaydım.
Bildiğim gerçek ise; hangi duyguyla, hangi niyetle ve neye inanarak içersem kahvemi, çıkarsam yoluma, hayat daima onu seriyor önüme.
Çünkü yaşantımdaki hiç bir şey tesadüf değil ve hepsi benim eserim.
Bu arada, kahvemi yudumlarken ne zaman baksam gökyüzüne, balonumu görürüm yükseklerde. Savururum ona tüm hayallerimi.
İşte benim kahve hikâyem, işte benim dünyam…
@_timeforcoffee :))
www.kahvegazatesi.com ( Her zamanki gibi 'İzinsiz koypalanmasın. Bu bizi kırıyor ;)
Комментарии